Güvenlik ihtiyacımız doğumumuz ile başlar. Birincil dereceden bakım veren tarafından, ihtiyaçlarımız karşılandığında kendimizi güvende ve rahat hissederiz. Bebeklik zamanlarımızda ihtiyaçlarımıza kayıtsız kalınması ve anneyle güvenli bağı oluşturamamak, yetişkinlik zamanlarımızda güvensizlik hissetmeye neden olabilmektedir.
Doğamız gereği, etkileşimde olma ve güven ilişkisi kurma arzusu besleriz fakat erken dönemlerimizde kurulamayan veya onarılması gerekilen güven duygusu, yetişkin dönemimizde yakın ilişki kurma konusunda bizi tedirgin edip ikilemde bırakabilir. Bir yanımız bu bağı kurmak isterken; diğer tarafımız, bunun tehlikeli olabileceği konusunda senaryolar üretmeye meyillidir. Denize girmeye benzer ilişki kurma çabası. Suyun soğukluğundan, denizaltındaki taşlardan, canlılardan tedirgin olabiliriz; ileriye açıldıkça suyun bizi içine çekip yok edeceğinden, boğacağından korkabiliriz. Bütün bunlar çok anlaşılır, değil mi? Bebekken, en gereksinim duyduğumuz noktada, güven bağını kuramamışken; şimdi ötekine nasıl güvenebiliriz?
Suya ayağımızı sokabilmek için denizde elini uzatan birinin olmasını beklemez miyiz? “Bak ben buradayım, su gayet ılık. Bir sorun yok, gel haydi.” diyen birilerinin olması bize daha rahat hissettirmez mi? Bazen bu insanların varlığı bile suya ayağımızı sokabilmek için yeterli olmayabilir. Denizde yüzmeye ihtiyaç duysanız, denize girince suya alışıp kendinizi daha rahat hissedeceğinizi düşünseniz bile ilk adımı atmak çok zor olabilir. Suyun ısısına alışacağımızı, suya bir anda atlamak yerine yavaş yavaş, kıyının daha taşsız yerinden küçük de olsa adımlar atarak, bazen uzatılan o ele şans vererek denize girmeye başlayabilir miyiz? En azından denemek için, sudaki rahatlamayı hayal ederek kendimize fırsat verebilir miyiz?
İncitmekten, incinmekten, güvenmekten çok ürksek de duygularımızı arka plana atmamaya özen gösterebilir miyiz? Arzularımızın ve ihtiyaçlarımızın farkında olarak yaşamak için, kendimize fazla yüklenmeden ama kaçmadan da küçük de olsa adımlar atarak yaşama dönebilir miyiz?
Güneşin altında, kocaman bir denizin ortasında kendimizi daha rahat ve canlı hissedeceğimizi biliyorsak, yine de o suya girmekten kaçınır mıyız? İlişkide oldukça kendimizi keşfetmemin, ötekine sevgi beslemenin verdiği canlılığı hissetmenin naifliğine rağmen kaçmaya devam mı edelim, yoksa artık adım atmanın zamanı geldi mi?
Başkalarıyla kuramadığımız bağ, kendimizde de bir şeyleri hep eksik kılmıyor mu?
Comments